Geçen ay yine fazla karmaşık olan, üzerinde çok konuşulan bir ülkeye gittik, Tibet’e. Aslında resmi olarak Çin’de bir bölge; yani artık bir ülke sayılmıyor. Yakında buraya ait detayları ve gitmek isteyenler için ipuçlarını Azgezmiş‘te bulabilirsiniz. Burada ise daha değişik, farklı birkaç ayrıntıya değineceğim.

Tibet, 1950 yılında Çin işgaliyle yüzleşmek zorunda kaldı. Mao yönetimindeki Çin maalesef artık görmek ve duymak istemediğimiz birçok zulüm ve cinayete sebeb oldu. Konu hakkında tarihsel verileri birçok kaynakta bulabilirsiniz, hatta gazete sayfalarına bakmanız bile yeterli. Tibet’in ruhani ve siyasi lideri Dalai Lama şu anda Hindistan’da sürgünde. Tibet Özgürlük Hareketi’ni oradan yönetmeye çalışıyor ve yakın zamanda Çin ile bazı anlaşmalar yaparak Tibet’e yüksek miktarda yatırım yapılmasını sağlamış. Bu yatırımları ve neden
yapıldıklarını yerinde gördük.

Nepal’den Tibet’e doğru karayoluyla gidiyoruz. Yol gitgide bozuluyor. Okuduğumuz tüm kaynaklar ve görüştüğümüz kişiler bize Tibet tarafında işlerin çok daha kötü olacağını, hazırlıklı olmamız gerektiğiniz söylüyordu. Maceralı bir sınır geçişinden sonra nihayet Tibet tarafındayız. Sınırda tüm eşyalarımız aranıyor, özellikle arananlar kitap, broşür, CD gibi medyalar ve çakmak. Bu tip medyalardan Tibet hakkında olanları yanınızda ise işiniz çok zor, hatta grubu bile tehlikeye atabilirsiniz, sınır geçişini büyük bir probleme çevirebilirsiniz. Neyse ki rehberimiz Lama bizi bu konularda uyarmış olduğundan kitaplarımızı Nepal’deki otelde bırakmıştık. Kitap vs. için bir nebze anlaşılabilir tutum, sonuçta en tehlikelisi onlar, peki ya çakmak?

Sınır geçişini iki ülkeyi birbirine bağlayan Kodari Köprüsü’nden yürüyerek tamamlıyoruz. Sonrasında, 12 kişi olmamıza rağmen bizi bekleyen koca bir otobüse biniyoruz. Aracın değişeceğini umuyorum, çünkü o kötü yollarda otobüsle yolculuk yapmak, dar virajları almak hiç kolay olmayacak, sanırım bize iki adet 4×4 jeep yeterli olur, diye düşünüyorum. Ama bir süre sonra aracın değişmediğini ve zaten değişmesine de ihtiyacı olmadığını görüyorum. Çünkü yollar inanılmayacak derecede güzel, düzgün ve yeni. Hava karanlık olduğundan pek etrafı seyretmeye zaman kalmıyor; ama geç saatlerde farkettiğim buralara oldukça büyük bir yatırım yapıldığı. Tepeler, dağlar, yol kenarları büyük elektrik direkleri ile donatılmış, yeni olduğu belli çünkü henüz kabloları çekilmemiş. Tren yolları veya otobanlar için viyadük ayakları inşaat halinde. Tibet’in zengin altın, demir ve diğer maden yataklarına sahip olmasının bununla ilgili var mıdır, bilemem. Belki de Çin Dalai Lama önderliğindeki bölge halkının pasif ve barışçıl direnişini kırmak için, halkın Merkezi Çin Hükümetini benimsemesi için yapıyordur. Sonuçta her ne kadar özerk olarak adlandırılan bir bölge olsa da kendine ait hükümeti feshedilmiş durumda ve yönetim tamamıyla merkezi hükümetin elinde.

İlk gece Nyalam’da konaklıyoruz, ana hedefimiz ise Lhasa, oraya ulaşmak için uzun bir yolumuz var yaklaşık 710 Km. Tabi yolda başka konaklamalarımız da olacak. Yollar güzel olmasına güzel; ama hız sınırı bazı yerlerde 40 Km, bu da yavaş ilerlememize neden oluyor. Birkaç gün sonra Lhasa’dayız. Burası oldukça gelişmiş büyük bir şehir. Bu şehirde üç gün konaklıyoruz, birçok tapınak ve manastır ziyaretimiz oluyor. İlk gece mavi karanlık denilen saatte meşhur Potala Sarayının fotoğrafını çekmek için yürüyoruz. Amacımız Potala Sarayının tam karşısındaki meydandan fotoğraf çekmek. Meydana ulaşmak için biraz zahmet çektikten sonra bir altgeçidin oraya açıldığını anlıyoruz ve altgeçide giriyoruz. Yukarıya çıkabilmek için X-Ray cihazından geçmemiz gerekiyor. Aranan ve elkoyulan şeyleri artık biliyorsunuz, tekrar edersek; kitap, broşür, CD ve çakmak.. Meydanda tek başına ve birkaç kişilik gruplar halinde dolaşan onlarca polis var. Hmmm, bu arada çakmağın sebebini anladım, kendimizi yakarak protesto yapmamızı istemediklerinden elimizdeki çakmakları topluyorlar. Öğrendiğim başka birşey de yere oturmanın yasak olduğu, sanırım bu da bir tür protesto anlamına geliyor.. Kısaca protesto ve gösterinin her türlüsü bastırmak için çok sıkı önlem alınmış durumda.

Sonraki gün Budistler için en önemli hac mekanlarından biri olan, otelimize yürüş mesafesindeki Jokhang Manastırına gidiyoruz. Bu Manastır Barkhor Meydanında. Meydanı ve Manastırı içine alan geniş alana girebilmek için yine polis kontrol bölgelerinden ve X-Ray cihazlarından geçmemiz gerekiyor. Manastırı gördükten sonra meydanın arka sokaklarında asıl işimiz olan fotoğraf arayışına başlıyoruz. Bizim bakış açımızdan bu tip fotoğrafları çekerken fazla kalabalık olmamak gerekiyor, o yüzden eşimle iki kişi olarak dolaşıyoruz. Kendimizi Lhasa’nın müslüman mahallesinde buluyoruz. Daracık sokaklar, takkeli erkekler ve başı kapalı kadınlar. Tüm sokaklar uzaktan kontrollü kameralarla izleniyor, kameralara el sallıyoruz. Birkaç polis ve askerin olduğu dört, beş kişilik gruplar sokaklarda devriye geziyor. Bazıları çaktırmadan bizi izliyor ve evlere girip çıkamıza bir anlam vermeye çalışıyor. Biz, adet olduğu üzere birkaç eve konuk oluyor ve sohbet ediyoruz, çay içiyoruz. Zira ayak üstü konuşamadıkları, anlatamadıklarını bize evlerinde rahatça anlatabiliyorlar. Duyduklarımız bizi üzüyor, baskının bu kadarını tahmin etmemiştik. Tabir yerindeyse Çin Hükümeti buralarda kuş uçurtmuyor. Aklımda kalan en çarpıcı sözleri: “Many force, many force..”

Lhasa’ya gelirken yollarda karşılaştığımız kontrol noktalarını söylemeyi atladım. Sanırım her 50-100 Km aralığında bu tip bir askeri kontrolden geçerek uzun bir sürede Lhasa’ya varabilmiştik. Yollarda özellikle yüksek noktalara, geçitlere sayısız dua bayrakları asılmış. Beş farklı renkten oluşan ayrı ayrı bayraklar şeklinde hazırlanmış dua bayrağı her ne kadar güzel görünse de, belli bir süre sonra fazla miktarda olması ve tozlanıp rengini kaybetmesi nedeniyle biraz kirlilik yaratıyor.

Tibet gün geçtikçe Çinleşiyor, artık kendi dilini ve alfabesinin yerini Çince almış, okullarda ilk önce Çince öğretiliyor. Tapınak ve manastırdaki tüm Tibetçe kitaplar, dualar Çinceye çevrilmiş. Lhasa ve diğer büyük şehirlere mülteci olarak ülkeyi terkeden Tibetlilerin yerine Çinliler yerleştiriliyor. Nepal’de gördüğümüz yakınlığı, insan sıcaklığını malesef Tibet’te yeterince bulamıyoruz. Bunun en büyük nedenini altmış küsür yıldır süren baskıcı ve yıldırıcı yönetime maletmek te hiç zor olmuyor.

Biraz da fotoğraftan bahsedersek; Tibet’te özellikle evler inanılmaz güzel. Özellikle köylerde gördüğümüz evler bir örnek, çatısı olmayan genellikle tek katlı, üstü tarafı düz ve köşeleri kale tarzı çıkıntılı. Pencereleri ve kenarları oldukça süslü, evlerin iç tarafları daha da süslü. Yollar size her an değişik bir manzara bahşediyor. Çölü andıran iklim, arasıra çıkan toz fırtınası, uzakta görünen sekizbinlik karlı tepeler.

Lahasa’ya kadar gidip Potala Sarayı ve çevresinde fotoğraf çekmemek olmaz, Potala ve çevresi fotoğraf açısından oldukça zengin, burayı pas geçmemek gerekir.

İnsanlara gelince tapınak ve manastırdaki keşişler zaten başlı başına bir konu. Diğer insanlar da oldukça renkli ve farklı. Köydekiler her zaman ilgi çekicidir ama özellikle Lhasa’ya hac amacıyla kuzeyden gelenlerin kıyafetleri çok otantik ve enteresan. Neredeyse her gördüğünüzün fotoğrafını çekmek istiyorsunuz. Tabi bir de ellerinde dua çarkı olması ekstra güzellik katıyor. Buradakiler sadece bir kaç örnek..

Sonuç olarak Tibet malesef kaybedilmiş bir ülke ve kaybedilmiş bir kültür olarak tarih sahnesinde yerini alacak. Tibet’i, özgür Tibet olarak görebilmek için hiç bir umut yok. Köklü bir inanç sisteminin varlığı ve yaşamda bunun merkez olarak alınması bugünlere gelebilmesini sağlamış; fakat daha fazla dayabileceğini sanmıyorum. (Tibetliler, bir tür Şamanizm olan eski dinleri Bön ile Budizm arasında kalmış, her ikisi birbirini uzun yıllar boyunca etkilemiş ve değiştirmiş. Tibet Budizm’i ya da Lamaizm bugünkü şeklini almış.)

Kendini komünist olarak gören ve Küba hakkında yazdıklarıma içerleyen bazı kişilerden yine tepki yorumları alacağıma eminim. Bu yazı ne faşist, ne komünist, ne de emperyalist görüşe adanmış değil. Sadece gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı aktarıyorum. Eğer bu konu ilginizi çekiyorsa sağda, solda neye hizmet ettiği belli olan birbirinin kopyası yazılar göreceksiniz – işi Dalai Lama’nın CIA ajanı olmasına kadar ilerleten yazılar – bunlara sadece gülüyorum.